Arjantinli yazar ve düşünür Jorge Luis Borges, Kartaca’nın kötü imgesinin Roma’nın eseri olduğunu iddia eder. Yine ona göre Türkün kötü imgesinin yaratıcısı da Avrupa’dır. Şüphesiz, Avrupa dünyada Türk imgesinin oluşup kemikleşmesinde en büyük rolü oynamış ve bu imgeyi kendi politikaları çerçevesinde bir propaganda unsuru olarak kullanmayı ihmal etmemiştir. Akdeniz’in bir ucundan diğerine ulaşan, yolda üzerine eklenen hikâyelerle süslenen, çoğu zaman dönüşümlere uğrayan Türk imgesi 15. ve 16. yüzyılda, Giovanni Ricci’nin Obsessione Turca (Türk Saplantısı) olarak nitelendirdiği kıtasal bir hastalığın tohumlarını da atacaktır.
Bugün Ispanya’da ardında elli yıllık bir yaşam bırakan pek çok insan çocukluğunda “Türk geliyor” diye korkutulduğunu ve bu tehditle kendilerine her şey yaptırılabildiğini belirtir. Büyük bir ihtimalle kökü 16. yüzyıla kadar uzanan, *Mama, i Turchi”, yani “Anneciğim, Tiirkler!” ünlemi, İtalya’da olduğu gibi Franco dönemi Ispanya’sında da tüm tazeliğini koruyan bir korkunun ifadesiydi. “Türk” adının coco (umacı) ile eşanlamlı tutulması son yirmi-otuz yıla kadar yaşayan trajik bir gerçektir.
Avrupa’nın Türk tehdidini ensesinde hissetmeye başladığı yeni çağda korkuyla yoğrularak şekillenmeye başlayan Türk imgesi, artık kıtanın apriori değil a posteriori tanıdığı bir Avrupa aktörünün eseri olacaktı. Kıtanın içlerine doğru ilerleyen Türkler artık hikâye ve efsanelerin kahramanları değil, Avrupa halkının karşısına dikilen etten kemikten insanlardan oluşuyor ve kilise tarafından “ortak ve evrensel düşman” olarak nitelendiriliyordu. Kıtada dolaşan hikâye, anlatı ve kitapçıkların korkunç ogro’su, kötü kahramanı olarak bir çığ gibi büyüyen ününün altına imzasını koymaktan çekinmeyecek, askeri gücünü bu imgenin kemikleşmesi için kullanmaktan rahatsızlık duymayacaktı. Askerlik sanatı Türklere, Osmanlı sınırları içinde altın çağını yaşayan sayısız sanat dallarından hiç birinin getiremediği ünü getiriyordu. Nitekim Marlowe, “Timurlenk” adlı eserinde Yıldırım Bayezid’in ağzına şu sözleri konduruyordu:
Türk silahının gücünü şimdi görürsün sen,
O tüm Avrupa’yı korkudan tir tir titreten.
Osmanlı’nın kibir, şiddet vc görkemle yarattığı imge, yine kendisi tarafından bir fetih yöntemi olarak kullanılırken, Avrupa, Türkün bu korkunç imgesinden bir savunma mekanizması olarak faydalanacaktı. Ordu ilerler ve kalelerin anahtarları art arda teslim edilirken, başrolde askeri güç değil bu imgenin olduğu su götürmez bir gerçek. Bir 16. yüzyıl İspanyol kroniğinde Türk portresi şöyle çiziliyordu: “Yüce Tanrımızın yüceltildiği onca tapınak vahşice saldırıya uğradı , bu korkunç ve iğrenç insanlar tarafından onca bakire kirletildi, evli ve dul kadınlar zorlandı, onca asilin, onca delikanlının ve ihtiyarın kafası uçuruldu ve bir o kadan da sefil esaret hayatına sürüklendi. Bu Hristiyan halkınına onca zulüm ve eziyet ettiler.” Türk imgesi, bir katalizör gibi tepkimeye giriyor ve etkilenmeden çıkıyordu. Büyük ya da küçük yenilgiler klasik Türk imgesini etkilemiyordu. Ferdinand, önüne set çekilmez bir nehre benzetilen Türk için “İşte böyle, bir krallıktan diğerine, bir vilayetten ötekine geçerek tüm toprakları ele geçirecek, tüm dünyayı ateşe ve kana vererek dolaşıp duracak” diyordu.
Vahşet, egzotizm, şehvet, kudret kavramları etrafında dönen ve şekillenmesinde coğrafyanın büyük bir rol oynadığı Türk imgesi, kronikler, şiirler, novellalar, romanlar, kiliselerin basıp dağıttığı kitapçıklarla ölümsüzleşiyor, kıta ve deniz Avrupa’sından evanjelizasyon hareketleriyle birlikte Yeni Dünya’ya da taşıyordu.
Türk uygarlığı, sekiz yüz yılı aşkın bir zaman önce Akdeniz kıyılarına ulaşmış olan, büyük uygarlıkların son ömeklerindendi. Akdeniz o dönemde bölünmüş bir denizdi ve bu bölünmüşlük Muhammed ve Charle Magne zamanlarından beri sürmekteydi. Bölünme, hem dinsel hem de siyasal ayrımlara denk geliyordu ve daha yüzyıllar boyunca da sürecekti; bugün bile bunun bir ölçüde devam ettiği söylenebilir.
Osmanlı İmparatorluğu olarak buraya yeni gelen Türkler, Akdeniz’in Müslüman güney ve doğu kıyılarının hâkimi oldular; Öyle ki, Batı’da, Osmanlı İmparatorluğu’nun uçsuz bucaksız topraklarında yaşayan tüm halklar Türklerle özdeşleştirildi. Akdeniz’in iki yakası arasındaki ayrım aşılamazdı; zira kökeninde, her iki taraftan kaynaklanan dinsel hoşgörüsüzlük vardı. 15. ve 16. yüzyıllarda Hindistan’a ve Doğuya ulaşmak için alternatif denizyolları aramak üzere coğrafi gezilerin başlatılmasının nedenlerinden biri tam olarak Akdeniz’de yok olmak bilmeyen bu bariyerdi: Bu yüzyıllarda yapılan önemli coğrafi keşifler Akdeniz’deki Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki bölünmenin yarattığı trajediyi biraz olsun hafifletir.
Yüzyıllar boyunca, Akdeniz’in iki karşı kıyısından birbirine bakan Hıristiyan ve Müslüman dünyaları arasında iletişim hemen hemen hiç yoktu. Öte yandan, belki de doğulu bilim adamları, matematikçiler ve düşünürlerin erken başarılan sayesinde, Batı’da İslam dünyasına yönelik merak gitgide arttı. Bu merak olmasaydı, Batı, Arapça çeviriler sayesinde (Avicenna, Averroe) tanıdığı Antik Yunan düşünürlerinin eserlerine ulaşamaz, cebir Batı tarafından bilinemezdi. Batı, Doğu’yu endişe ve merakla izliyordu.
Türk ordularının Balkanlar’da ikinci Viyana kuşatmasına, denizlerde Lepanto’ya uzanmalarına neden olan askeri zaferleri bu endişe ve merakı öyle bir noktaya getirdi ki, İstanbul’da Batı Avrupa elçilikleri açılarak, Avrupa krallıklarını tehdit eden ve şaşırtan bu gitgide tırmaman fenomen hakkında olabilecek her türlü bilgiyi toplamak üzere, diplomatik ve ticari delegasyonlar Osmanlı Imparatorluğu’nun dört bir yanına yollandı. Bu delegeler Batı’ya yalnızca bilgi değil, halılar ve dokumalar, porselenler ve el sanatları formunda görkemli sanat hâzineleri, daha da Önemlisi Batıda efsane haline gelen bir egzotik ihtişam fikrini taşıdılar.
Türkiye’ye karşı kendini kollayıcı bir yaklaşım çizerken, 17. ve 18. yüzyıllarda bu ülkenin dinsel fanatizme karşı bir hoşgörü modeli oluşturduğunu, sözde Islami fanatizmin yerini başka bir fanatizm türü olan milliyetçiliğe bıraktığım unutuyordu…
Kendi imgesini gerçek kılan Medusa gibi, Türklerin aynadan yansıyan çarpıtılmış imgesi, değişimlerine ket vurabilir…