arama

Pythagoras (Pisagor), Sayılar, Formüller…

  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş

Söz konusu; yıldızlar da, atomlar da ve okyanuslardaki akıntılar ya da dünyamızdaki rüzgarlar da olsa,  eşyalar arasındaki bağı ancak yargılarımızda sayı ve formüller yoluyla kavrarız.

Sayı ve formülsüz ne uçak yapılabilir, ne tünel açılabilir ve ne de köprü kurulabilir bugün.

Her gün dünyamızın dört bucağındaki okullarda milyonlarca öğrenci basit ve bileşik sayılardan söz eder; matematik, orantı ve dizilerle uğraşır. Bir dik üçgende hipotenüsün karesinin, öbür kenarlar karelerinin toplamına eşit olduğunu kanıtlarlar.

Sayıları basit ve bileşik olmak üzere ilk ayıran Pitagorasçılar olmuştur.

Matematik, orantı ve dizilerle ilk olarak uğraşanlar da yine onlardır.

Biz Pitagorasçıları, salt Pitagoras teoremi aracılığıyla anımsarız. Oysa onlar yalnız bu teoremi kurmamış, bir üçgendeki açılar toplamının iki dik açıya eşit olduğunu da kanıtlamışlardı.

Sokakta yürürken, evlerin bir yanında tek ve öbür yanında çift sayılarını gördüğümüzde bile, yine Pitagorasçılar çıkar karşımıza. Çünkü sayıları çift ve tek olarak ayıranlar da Pitagorasçılardı.

pisagor 2a

          Evrenin incelenmesinde, sayıların büyük önemini ilk kez gösterenler de onlardı yine.

Ne var ki, Pitagorasçıların öğretilerinin temeli yanlış olup bilim için de zararlıydı.

Pitagorasçılara göre, ”sayı her şeydir. Eşyanın başlangıcı ve temeli madde değil, sayıdır.”

Bu yanlış yargı, bilimi Tales‘ten beri yürümekte olduğu yoldan saptırıyordu.

Pitagoras dünyada uyumun bozulmayacağından ve yüzyıllardır süre gelen bir düzenden bahseder. ”Fırtınanın sarstığı bu düzeni yeniden kurmalı” derdi.

Heraklit‘in karşılığı, Pitagoras’ınkinden başkaydı.

herakleitosa

 -”Pitagoras”, derdi; ”öbürlerinden daha iyi uğraşmış bilimle”. Başkalarının düşünce temeli üzerinde kendi felsefesini, yani çok bilmeyi ve düzmece bilimi kurabilmişti. ”Çok bilmek, akla hizmet etmez. Etseydi. Pitagoras’la Hesidos’a, Hekateos’la Ksenofanes’e de bir şeyler öğretmiş olurlardı.”

Yabancılar şaşkınlıkla:

       -”Öyleyse, kimden akıl öğrenmeli?” diye sorarlardı.

-”Gözlerimiz ve kulaklarımız bizim öğretmenimizdir.

        Dinlemek, bakmak gerek. Bunlarsız bir şey öğrenilemez. Bütün doğa dumana dönmüş olsa bile, dünyayı koklayarak öğrenmemiz gerekirdi. Doğanın sesine kulak vermeli. Yalnız dinlemek yetmez, duyduğunu anlamalı da. Eğer insanın ruhu anlayışsızsa, gözlerle kulaklar kötü araçlardır. Gözlere kulaklardan daha fazla güvenilir, onlara da  her zaman inanma olmaz. Doğa gizlenmeyi sever, sırlarına sokulabilmek gerek. Doğanın sesini dinleyin. Kendi kendinize sorular sorun. İnsan sonsuz bir dünyadır, evrenin benzeridir.

        Çevrenize bakın. Her şey hareket ediyor, her şey akıyor. Bir ırmağa iki kez girilmez. Güneş bile her gün başka doğar. Hiç bir yerde durgunluk yok. Ah, derdi Homeros; tanrılar arasında da, insanlar arasında da düşmanlık olmasa! Ama, o zaman her şey kaybolur. Biri için ölüm olan, başkası için yaşamdır. Ocakta yanan odunun ölümü, ateşin doğmasıdır.

         Evren eskiden ve şimdi olduğu gibi kendi yasalarına göre yanan ve yavaş yavaş sönen canlı bir ateş olarak, ileride de var olacak tek varlıktır. Evren ateşi söndüğünde, dünya meydana gelir, her şey soğur ve yoğunlaşır.

         Sonra tüm dünyayı saran bir yangın her şeyi yeniden ateşe çevirir. Böylece doğuş ve yok oluş, yaşam ve ölüm birleşir. Bu arada savaşan ana öğeler dünyanın uyumunu meydana getirirler. Evren bir sazın telleri gibidir. Saz çalarken telleri bir çekeriz, bir bırakırız. Çekmeyle bırakmanın birleşmesinden uyum doğar. Evren, bir kaos olmayıp uyumdur. Görünen düzensizlikte, kendine özgü bir düzen vardır. Her şey zorunluluğa bağlıdır. Zorunluluğun etkisi, her canlıyı besine yaklaştırır. Gökteki güneş bile, kendi sınırları dışına çıkamaz…”

Eski inancı yıkan yeni öğreti, balta girmemiş bir ormanda ve kentin gürültüsünden uzak dağlarda işte böyle olgunlaşıyordu. Zorunluluk ve evreni yöneten değişmez yasa üstüne öğretiydi bu…

okuyucu yorumlarıOKUYUCU YORUMLARI