Politika bilimi bugün sosyal bilimlerin en yenisi sayılmaktadır. Bir bakıma, politika bilimi toplum bilimlerinin en eskisi de sayılabilir. Politikayı geniş ve genel anlamıyla insanların ve toplumun yönetimi olarak kabul edecek olursak, daha ilkçağlardan itibaren birçok seçkin düşünürlerin bu konu üzerinde düşünmeye ve yazmaya başladığını görürüz. Aristo, iki bin yılı aşan bir zaman önce, Politika başlığını taşıyan ünlü eserinde, ilk defa olarak bilimlerin sınıflandırmasını yaparken politikayı -insan faaliyetlerinin en kapsamlısı olması bakımından- bilgi hiyerarşisinin en üst kademesinde tutuyor ve onu pratik anlamda ”üstün bilim” olarak nitelendiriyordu. Bundan ötürüdür ki bugün birçoklarınca Aristo’ya politika biliminin öncüsü ve ”babası” gözüyle bakılır.
Yaradılıştan bir ”siyasal hayvan” (zoon politikon) olan insanın, düşünme yeteneğini geliştirdiği andan itibaren kendi toplum hayatı, siyasal yaşamı üzerinde düşünmeye başlaması, bu konuda kendi kendine birtakım sorular sorması ve bu soruların cevaplarını araştırması kadar doğal bir şey olamaz. Eskiçağdan ortaçağa, ortaçağdan yeniçağa, yeniçağdan günümüze kadar uzanan ve yüzyılları kapsayan uzun zaman şeridi içinde fikir adamları toplumun esasları, çeşitli yönetim sistemleri, en iyi yönetim şeklinin hangisi olduğu -ya da olabileceği- konularında değişik görüşler ortaya koymuşlardır. Sistemli bir düşünce ve inceleme ürünü olarak ortaya çıkan bu görüşler bugün ”siyaset felsefesi” olarak adlandırılan disiplini meydana getirmiştir. Siyaset felsefesi genel etiketi altında toplanan siyasal fikirler ve siyaset teorileri uzun süre politika biliminin başlıca konusunu ve temelini oluşturmuştur.
Daha sonraları klasik politika biliminin yeni bir konuyu daha inceleme alanı içine aldığını görüyoruz. Bu yeni alan devlet ve hükümet başta gelmek üzere, onlarla ilgili bütün ”siyasal kurumları” kapsar. Gerçi siyasal kurumların politika sorunu ile uğraşanlar için tamamen yeni bir ilgi alanı olduğu söylenemez. Zira Aristo’dan beri birçok düşünür, ideal açıdan ”en iyi yönetim şekli”nin hangisi olduğu sorununu araştırırken kendi çağlarının siyasal kurumlarını incelemekten de geri kalmamışlardır. Fakat devletin ve onun içindeki siyasal kurumların yapısı ve işleyişi üzerindeki çalışmalar, özellikle 19. yüzyılda ”anayasacılık hareketi”nin başlamasından sonra yoğunluk kazanmış ve sistemleşmiştir. Yazılı anayasaların yaygınlaşması ile birlikte politika biliminin (ki o zaman henüz bu terim pek kullanılmıyordu) ağırlık noktası da bu anayasalarla meydana getirilen formel kurumlar üzerine kaymıştır. Tarihsel ve karşılaştırmalı metotlarla yapılan çalışmalar sadece devlet ve hükümet şekilleri ile başlıca anayasal kurumların kuruluşu ve işleyişi konuları üzerinde toplanıyordu. Böylece, geleneksel anlamda politika bilimi, yakın zamanlara gelinceye kadar daha çok siyaset felsefesi ile anayasa hukuku içersinde gelişmiştir denebilir.
Öte yandan, gene 19. yüzyıl içinde başlamak üzere, diğer sosyal bilimlerin de git gide politika konusu ile ilgilenişine işaret etmek gerekir. Kendilerine özgü belirli inceleme alanları olan tarih, hukuk, iktisat, sosyoloji ve antropoloji, gibi disiplinlerin, başlarına ”siyasal” sıfatını yerleştirmek suretiyle politikanın değişik yönlerini kendi aralarında bölüştükleri ve neticede ortaya bir takım yeni ”yan-disiplinler” çıkardıkları görülür. Böylece, siyaset felsefesi ve siyasal hukukun(anayasa ve kamu hukuku) yanı sıra, siyasal tarih, siyasal iktisat, siyasal sosyoloji ve siyasal antropoloji gibi bilim dalları sosyal bilimler alanına dahil olmuşlardır. Bu durum, yakın zamana gelinceye kadar niçin ”siyasal bilim ” yerine daha çok -çoğul olarak- ”siyasal bilimler”den söz edildiğini anlatmaya yetecektir…