Yavuz Sultan Selim Çaldıran Zaferi’nden sonra, Dülkadir Beyliği’ne ait toprakları da Osmanlı topraklarına katmıştı. Kayseri ve Bozok sancakları da evvelce Dülkadir Beyliğine ait idi. Dülkadir Beyliğinin hutbelerinde Mısır sultanının adı okunduğu için de bu beylik Mısır’a bağlı görünüyordu.
O yıllarda Mısır çok güçlü devletlerden biri idi. O da İran gibi Osmanlıların cihangirliğine engel sayılıyordu. Fakat dünyanın en kudretli devleti olan Osmanlı Devleti’nin, ikinci güçlü devleti olan İran’ı yendikten sonra, üçüncü güçlü devleti olan Mısır’ı da etkisiz hale getireceği anlaşılıyordu. Bunu anlayanların başında da, Mısır Memluk sultanı Kansu Gavri geliyordu.
Yavuz Sultan Selim İran seferinden dönerken Mısır Memluk Devletinden gelen elçiler padişaha, Sultan Kansu Gavri’nin bir mektubunu getirdiler. Sultan Kansu Gavri bu mektubunda Kayseri ile Bozok sancaklarının Dülkadir Beyliğine geri verilmesini istiyordu. Gerekçe olarak da Dülkadir Beyliğinin hutbelerinde Mısır Sultanının adının okunmasını gösteriyordu.
Bu istekler Yavuz’u çok kızdırmış ve Kansu Gavri’nin elçilerine şu cevabı vermişti:
Bu cevap Yavuz’un niyetini daha açık ortaya koyuyordu. Zaten O, ‘’Dünya bir hükümdara yetecek kadar büyük değildir’’ sözü ile bir cihan imparatorluğu kurmak emelinde olduğunu çoktan belli etmişti.
Kansu Gavri Türk elçilerini hapsettiriyor
Kansu Gavri, Yavuz’un Mısır üzerine bir sefere çıkabileceğini düşünerek ordusu ile Kahire’den Suriye’ye geldi. Yavuz’u Suriye’de karşılamak istiyordu. Bir yandan da, Çaldıran yenilgisinden sonra itibarı iyice sarsılan Şah İsmail’e elçiler göndererek, ona Osmanlılara karşı müşterek cephe kurmayı teklif etti.
Yavuz Selim hazırlıklarını tamamlayarak Doğu Anadolu yönünde harekete geçti. Bu sırada asıl maksadını belli etmemek için Mısır sultanına bir mektup yazarak seferin İran üzerine olduğunu bildirdi. Öte yandan Veziriazam Sinan Paşa’yı Anadolu’daki hazırlıkların başına yollamıştı. Yavuz’dan 40 gün önce Kayseri’ye gelen Sinan Paşa, buradaki 40 bin kişilik ordunun başına geçmişti.
Yavuz’un ordusu ile Sinan Paşa’nın kuvvetleri Maraş civarında birleşti.
Bu sırada Mısır sultanına gönderilen elçiler Kansu Gavri’yi ordusu ile Halep’te buldular. Osmanlı elçileri Mısır sultanı tarafından tahkir edildi ve hapse konuldu. Kısa bir süre sonra da serbest bırakılarak dönmelerine izin verildi. Kansu Gavri, Türk elçileriyle Yavuz’a şöyle bir cevap göndermişti:
‘’…Selim beni aldatmaya çalışıyorsa yanılıyor. Mademki maksadı İran seferidir, Sinan Paşa ordusu ile bölgede ne arıyor? Donanmamızı İskenderiye önüne neden yolladınız? Yoksa Diyarbakır yolunu unuttunuz mu? Devlet işini çocuk oyuncağına benzetmek istiyorsanız teessüf ederim. İşte Sultan Selim’e söyleyeceklerim bundan ibarettir. Selam ediniz!’’
Ordu, 25 Temmuz 1516’da Elbistan’dan hareket etti.27 Temmuz 1516’da Memluk sınırı aşıldı. O gün, Adana ve Tarsus çevresinde hüküm süren Ramazanoğulları Beyliği Osmanlı hâkimiyetine alındı ve Ramazanoğlu Mahmut Bey Adana sancak beyliğine getirildi. Böylece Anadolu Türk Birliği’nin son merhalesi aşılmış oldu.
Gavri denilen o zalime haber verin ki…
30 Temmuz’da, Malatya’nın kuzeyindeki Tohma Suyu kenarına gelen ordu, burada beş gün istirahat etti.. Bu arada Mısırlılara dair haberler gelmeye başladı. Mısır sultanının, Türk ordusunun durumunu anlamak için gönderdiği bir casus yakalandı. Ondan, Kansu Gavri’nin bütün ordusu ile Halep’te bulunduğu öğrenildi. Bunun üzerine toplanan savaş meclisinde harekât planlarına son şekil verildi. 18 Ağustos’ta Besni Kalesi teslim alındı. Memlukların Ayntab(Gaziantep) valisi Yunus Bey, padişahın emrinde olduğunu arz ederek Yavuz’u Ayıntab’a davet etti ve şehrin anahtarlarını teslim etti.
Mısır sultanı Osmanlı ordusunun ilerlemesini yakından takip ediyordu. Yavuz’a Moğolbay başkanlığında bir elçiler heyeti gönderdi. Heyettekilerin hepsi zırhlı, çok süslü silahlarla donatılmış askerlerdi. Huzuruna çıkan süslü silahlı elçilere Yavuz çok kızdı. ‘’Gavri bu sefareti ifa etmek için askerlerden başka kimseyi bulamadı mı?’’ diye, heyeti huzurundan çıkardı ve cezalandırılmalarını emretti. Fakat Yunus Paşa padişaha yalvararak heyet başkanı Moğolbay’ın hayatını bağışlattı. Ama Moğolbay, geldiği yere sakal ve bıyıkları kesilerek ve uyuz bir eşeğe bindirilerek gönderildi. Böylece Yavuz, Gavri’ye gönderdiği elçilere yapılan harekete karşılık vermiş oluyordu. Moğolbay’a, Kansu Gavri’ye ulaştırılmak üzere şunları da söyledi:
İki Ordu Karşı Karşıya
Mısır Sultanı Kansu Gavri, Yavuz Selim’i Haleb’in yakınlarındaki Mercidabık (Merc-i Dabık)ta bekliyordu.
Türk ordusu 23 Ağustos 1516’da Tellülhabeş mevkiine geldi. Güvenlik tertibatı alındı ve ertesi gün yapılacak savaşa hazırlanıldı. Gavri de Halep’ten çıkarak Tellülhabeş’e doğru yürüyüşe geçti.
24 Ağustos sabahı Türk ordusu ağır ağır güneye, Mısır ordusu da kuzeye doğru ilerlediler ve Halep’in 54 km. kuzeyindeki Mercidabık Ovasında karşı karşıya geldiler.
Türk ordusunun sağ kanadına Veziriazam Sinan Paşa kumanda ediyordu. Sol kanat Yunus Paşa’nın komutasına verilmişti. Merkez ise başkumandan Yavuz Sultan Selim’in kumandasındaydı. Yavuz’un yanında birçok ünlü kumandan ve devlet adamı da vardı. Anadolu Beylerbeyi Zeynel Paşa, Karaman Beylerbeyi Hüsrev Paşa, Dülkadir Beylerbeyi Şahsuvar Ali Bey, Ramazanoğlu Mahmut Bey, Amasya Beylerbeyi İsfendiyaroğlu Mehmet Paşa, Diyarbakır Beylerbeyi Bıyıklı Mehmet Paşa, Kırım Hanı Mengil Giray’ın oğulları Saadet ve Mübarek Giraylar bunlar arasındaydı.
Askerin önünde 300 top sıralanmış ve Çaldıran Meydan Savaşı’nda olduğu gibi bunlar zincirlerle birbirlerine bağlanmıştı. Cephe ağırlı arabalarıyla da tahkim edilmişti. Her iki tarafın orduları, piyade ve süvari olmak üzere yaklaşık 80 biner askerden oluşuyordu.
Memluk ordusunun sağ kanadına Şam saltanat naibi Şaybek, sol kanadına Halep saltanat naibi Hayrbay, merkeze ise Sultan Kansu Gavri kumanda ediyordu.
Yavuz Fırtına Gibi
Savaş, güneş doğar doğmaz Memluk süvarilerinin hücumu ile başladı. İlk anlarda Osmanlı sağ ve sol kanatları sarsılır gibi oldu. Bunu gören Kansu Gavri, savaşın ağırlık merkezini Türk ordusunun kanatlarına kaydırmaya çalıştı. Fakat yağız atıyla savaşın her tarafına yetişen Yavuz, derhal yardım kuvvetleri gönderdi. Kendisi de merkezden bütün şiddetiyle düşmanın üzerine yürüdü. Bu arada top ve tüfek ateşleri de yoğunlaştırıldı. Şimdi cephe boyunca ve tek kumanda altında Türk hücumu başlamıştı. Türk topları Memluk hatlarına doldurulmaz gedikler açarken, Yavuz’un yönetimindeki birlikler yay gibi açılıp kapanarak Memluk ordusunu çember içine aldılar ve imha etmeye başladılar. Bu sırada, savaşın şiddetine dayanamayan seksenlik ihtiyar Kansu Gavri felç geçirmiş ve sonra ölmüştü. Bu olay, zaten bozguna uğrayan Mısır ordusunu büsbütün sarstı. Bu fırsatı çok iyi değerlendiren Yavuz, düşmanın toplanmasına meydan vermeden hücumun şiddetini arttırdı. Şimdi düşman iyice bozulmuş, kaçmaya başlamıştı.
Sekiz saat süren çarpışma sonunda düşman ordusunun çok büyük bir bölümü imha edildi. Ölümden ve esir olmaktan kurtulan kumandanların her biri bir yöne kaçmıştı. Yavuz, Mercidabık ovasını gururla seyrederken, Yunus Paşa kaçanları kovalıyor ve rastladığı yerde imha ediyordu. Pek çok esir alındı. Yalnız Canberdi Gazali ve diğer birkaç esir Şam’a sığına bildiler.
İstanbul’u almak için getirilen hazine
Mısır Sultanı Kansu Gavri bu savaşı kazanıp İstanbul’a yürümeyi planlamıştı. Bunun için, yani İstanbul yürüyüşünü gerçekleştirmek için, çok paraya ihtiyaç vardı ve Gavri bu amaçla hazinesini de getirmişti. Bu hazine 100 kantar altın, 200 kantar gümüşten ibaretti (1 kantar, Doğu Akdeniz ülkelerinde 23–40 kg. arasında değişen ağırlığa, Türkiye’de ise 56,425 kg.lık ağırlığa eşitti. Türkiye’deki birimi esas alırsak, 100 kantar, 5642,5 kg ağırlığında altın eder). Kansu Gavri’nin muhteşem otağı ve kıymetli eşyaları da savaş meydanında kalmıştı. Hazine ve otağ olduğu gibi Türklerin eline geçti.
Esirler arasında Kansu Gavri’nin yanında Mercidabık’a gelmiş olan Abbasi halifesi III. Mütevekkil de vardı. Yavuz ona saygı gösterdi ve Kahire’ye gönderdi.
Ben Mekke ve Medine’nin Hizmetkârıyım…
Mercidabık zaferinden sonra Yunus Paşa, Memluk askerlerini kovalayarak ve bir direnme ile karşılaşmadan Halep’e girdi. Savaştan dört gün sonra Yavuz Selim, o devrin çok ünlü ticaret merkezlerinden biri olan şehirde büyük bir törenle karşılandı. Burada Memluk hazinesi ve değerli eşyalar da muhafaza altına alındı.
Halep’te kılınan ilk Cuma namazında hutbe Yavuz adına okundu ve kendisinden ‘’Mekke ve Medine’nin hakimi’’ diye söz edildi. Halifenin adı da söylenmedi. Böylece halifelik son Abbasi halifesinden Sultan Selim’e ve dolayısıyla Osmanoğullarına geçmiş oluyordu.
Yavuz Selim, hutbeyi okuyan hatip kendisinden ‘’hâkim’’ diye bahsederken onun sözünü kesmiş ‘’Hayır, Mekke ile Medine’nin hâkimi değil, hizmetkârıyım’’ demişti.
Namazdan sonra Yavuz Sultan Selim, milyonlar değerindeki kaftanını sırtından çıkarıp hatibe giydirdi.
Sonraki günlerde bütün Suriye, Lübnan ve Filistin kolaylıkla ele geçirildi ve böylece Mısır yolu açılmış oldu.